Halikarnas Balıkçısı : Cevat Şakir Kabaağaçlı
Cevat Şakir Kabaağaçlı, namı diğer Halikarnas Balıkçısı. Bodrum’a sürgün edilmeden önce pek kimse bilmezdi Bodrum’u ve yine kimseler bilmezdi Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı. Bodrum, Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı Halikarnas Balıkçısı, Halikarnas Balıkçısı da Bodrum’u daha güzel bir yer yaptı.
Bodrum’un taşında, toprağında, çiçeğinde, ağacında kim bilir belki güneşinde bile Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın izi vardır. Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın da tüm eserlerinde Bodrum’un izi… Bu iki dost iyi ki bir araya geldi. İyi ki sürgün edilmiş Cevat Şakir Kabaağaçlı Bodrum’a diyesi geliyor insanın.
Yazımızı okumaya başlamadan kocaman bir ‘Merhaba’ diyoruz sizlere Halikarnas Balıkçısı çoşkusuyla. Çünkü Halikarnas Balıkçısı sever ‘Merhaba’ demeyi;
“Her şeyden önce erkekçe bir söylenişi var ‘Merhaba’nın. Üstelik anlamı da güzel; Rahat edin, benden size kötülük gelmez demektir. Sonra aklımızı işimizden ayırmamalıyız, ‘sabah şerifleri’ mi diyeceğiz, ‘akşam şerifleri’ mi diyeceğiz, ‘Allahaısmarladık’ mı diyeceğiz. Düşünmeye aklımızı meşgul etmeye gerek yoktur, bunların yerine basarım ‘Merhaba’yı olur biter. Bir şey daha var, ‘Merhaba’ sözcüğü eski harflerle yazıldığı zaman yelkenliye benzer. Belki bunun da etkisi vardır ‘Merhaba’yı sevmemde”
Halikarnas Balıkçısı Kimdir?
Cevat Şakir Kabaağaçlı 17 Nisan 1890 tarihinde babası Mehmed Şakir Paşa’nın yüksek komiserlik yaptığı Girit’de doğmuştur. Ailesi, Osmanlı’nın son köklü ailelerinden Şakir Paşa Ailesi’dir. Mehmet Şakir Paşa, Girit ve Atina’da sefirlik ve valilik yapan bir devlet adamıdır. Annesi ise Giritli Sare İsmet Hanım’dır.
Annesi Sare İsmet Hanım, Cevat Şakir’i dünyaya getirmeden bir gece önce rüyasında Musa Peygamber’i gördüğü için ‘Musa’, amcası Sadrazam Cevat Paşa’dan ötürü ‘Cevat’ ve babası Mehmed Şakir Paşa’dan ötürü de ‘Şakir’ isimlerini almıştır, tam ismi Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı’dır.
Altı çocuklu ailenin en büyüğü olan Cevat Şakir Kabaağaçlı, çocukluğunun büyük bir bölümünü Atina’da geçirir. İlk öğrenimini de babasının kurduğu mahalle mektebinde Büyükada’da görür. İlkokul döneminde aldığı İngilizce dersleri sayesinde İngilizcesi çok iyidir. İngilizcesi çok iyi olduğu için de Robert Koleji’nde hazırlık okumadan birinci sınıfa alınır. Ve Robert Koleji’ni pekiyi dereceyle bitirir ( 1904 ).
Her ne kadar denizcilik eğitimi almak istese de ailesi onu Londra’da Oxford Üniversitesi’ne gönderir. Cevat Şakir Kabaağaçlı burada Yakın Çağlar Tarihi eğitimi görmeyi tercih eder. Zaten okumayı çok seven Cevat Şakir için Oxford’un kütüphanesi bulunmaz bir nimettir, kütüphaneyi mesken eder.
Üniversite yıllarında Londra’da tanıştığı Agnessia Kafiera adında bir İtalyan güzelinin peşine takılıp, birlikte İtalya’ya giderler. Burada resim ve Latince dersleri alır, İtalyanca öğrenir. Bir yıl sonra Agnessia hamile kalınca evlenirler ve İstanbul’a dönerler. Kızı Mutarra Agustina dünyaya gelir. Cevat Şakir, eşi ve çocuğuyla birlikte Büyükada’da ailesinin konağında yaşamaya başlar.
Öldüren Gece
O dönem Birinci Dünya Savaşı öncesidir. Aile maddi sıkıntı içine girince babası Mehmed Şakir Paşa, Afyon’daki Kabaağaçlı çiftliğine yerleşmelerine karar verir. Maaile Afyon’daki çiftliklerinde yaşayan Kabaağaçlı ailesini 1911 sonbaharında acı bir olay beklemektedir. Cevat Şakir Kabaağaçlı ve babası Mehmed Şakir Paşa arasında çıkan hararetli bir tartışmada, baba Mehmed Şakir Paşa oğlunun elindeki silahtan çıkan kurşunla hayata gözlerini yumar. Cevat Şakir istemeden de olsa babasını öldürmüştür. Bu olay aileyi çok üzer, Cevat Şakir idamla yargılansa da 14 yıla mahkum edilir.
Bu talihsiz olayla ilgili birçok şey söylenti vardır: iddiaya göre Mehmed Şakir Paşa’nın İtalyan geliniyle yaşadığı veya zorla yaşamak istediği bir ilişkiden dolayı oğlu Cevat Şakir ile aralarında sert bir tartışma geçtiği ve Cevat Şakir’in bu tartışma sırasında babasını öldürdüğü konuşulur.
Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın oğlu Sina yıllar sonra verdiği bir röportajda bu iddianın sağlıklı bir temele dayanmadığını belirtir; “Bu iddia kesinlikle doğru değildir. Darağacının gölgesindeki biri olarak babamın böyle bir nedene can simidi gibi sarılacağı kesindir. Oysa ne babam ne de başka birisi tarafından bu olayın sözü bile edilmemiştir. Babam bütün gücüyle babasının intihar ettiğini ileri sürmüştür bütün duruşmalar boyunca. Ayrıca böyle bir olay olsaydı babaannem mahkemeye başvurmaz, en sevdiği oğlunun ipe götürülüşüne sakin sakin seyirci kalır mıydı?” der.
Kimse tam olarak ne olduğunu bilmese de yıllar sonra Cevat Şakir Kabaağaçlı, yakın dostu Azra Erhat’a yazdığı bir mektupta o geceyi şöyle anlatır;
“Gelelim öldüren geceye, Eh canım canım münakaşa pek karışık konular üzerineydi ve pek şiddetliydi. Babam çiftlikte, her zaman bir suikastten korktuğu için yanında değişik tabancalar ve silahlar bulundururdu. Evvela zengin bir adam, sonra asker. Münakaşa öyle bir raddeye vardı ki benim üzerime ateş etti. Ben rastgele oradaki bir tabancayı alarak, ama daha önce onun elini tabancaya giderken yüzünden okudum. Ona doğru nişan almadan ateş ettim. İlkin onunki, hemen sonra benimki.
Aynı zamanda gibi bir şey. Bu münakaşa götürmez yoksa ölen ben olurdum. Hayır o öldü! Ben de ölümden beter mahvoldum. O kurtuldu. Korkunç bir acı duydum ama vicdan azabı duymadım. Ondan daha korkunç bir şey oldu. Kendi kendime olan güvenimi kaybettim. Yani kendimi o gün bu gün yalan sanıyorum. Beni methettikleri zaman kızarım.”
Cevat Şakir Kabaağaçlı yedi yıl cezaevinde kaldıktan sonra yakalandığı verem hastalığından dolayı 1918 yılında affedilir ve özgürlüğüne kavuşur.
Mavi Sürgün
1918 yılında İstanbul’a dönen Cevat Şakir yalnızdır, çünkü aile fertleri ona kırgındır. Annesi hariç ailenin diğer fertleri onu yalnız bırakır. Üstelik İtalyan eşi Agnessia, kızı Mutarra’yı alıp ülkesine İtalya’ya dönmüştür.
Üsküdar’da dayısının evine sığınır Cevat Şakir. Sedat Simavi’nin sahibi olduğu Diken gazetesinde ilk karikatürü basılır. Daha sonra da Sedat Simavi vasıtasıyla tanıdığı Mehmet Zekeriye Sertel’in çıkardığı Resimli Ay ve Resimli Hafta dergisinde yazmaya ve karikatürler çizmeye başlar. Bir süre sonra da dayısının kızı Hamdiye Öğretmen ile evlenir. Ve 1925 yılında oğlu Sina dünyaya gelir.
Geçimini haftalık dergilerde tercümeler yaparak, yazılar yazarak, resim ve yeni tarz tezhipler yaparak, karikatür çizerek ve renkli dergi kapakları hazırlayarak idame ettirir. Türk basınında resimli dergi kapağının gelişmesinde büyük rolü vardır Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın. Güleryüz, Yeni İnci, Resimli Gazete, Resimli Hafta, Zümrüd-i Anka, Resimli Ay gibi dergilerde boy gösterir.
Bir akşam üstü evinin kapısında polisler belirir, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın aklının ucundan geçmez polislerin yazdığı bir yazı yüzünden geldikleri. Polisler “Bizimle karakola geleceksiniz” dediklerinde içinde bir endişeyle, meraklanmaya başlar. Her iki yanında ikişer polisle Üsküdar karakolunun yolunu tutar.
Üsküdar karakoluna vardığında da içindeki endişe soğumaz. “Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gideceksiniz” dediklerinde bile nedenini öğrenemez, “orada öğrenirsiniz” diye cevap verirler Cevat Şakir Kabaağaçlı’ya.
İstiklal Mahkemesi adını duyunca iyice içini bir korku kaplar, oraya gidenlerin çok azı kurtulur çünkü. Neden Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gittiğini bilmeden Haydarpaşa’dan trene binmek için polis memurlarıyla birlikte tekrar yola koyulur. Haydarpaşa’ya vardıklarında Resimli Hafta dergisinin Sorumlu Müdürü Zekeriya Sertel’in de onunla birlikte Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanacağını öğrenir.
Neden yargılanacağını, aynı zamanda yakın arkadaşı olan Zekeriya Sertel söyler ona: Resimli Hafta dergisinin 13 Nisan 1925 tarihli sayısında ‘Hüseyin Kenan’ takma ismiyle yayımlanan “Hapishanede idama mahkum olanlar bile bile asılmaya nasıl giderler” başlıklı yazısında halkı askerlik aleyhine kışkırtmak istedikleri savıyla Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanacaklardır.
Cevat Şakir Kabaağaçlı ve Zekeriya Sertel Ankara’nın yolunu tutarlar, idamla yargılanacaklarını bilmeden. Cevat Şakir Kabaağaçlı hayatında ikinci defa idamla yargılanacaktır! Kaç kişi hayatı boyunca iki defa idamla yargılanır ki…
Zekeriya Sertel, Cevat Şakir kadar endişeli değildir, Cevat Şakir’i de rahatlatmaya çalışır; “Senin yazdığın yazıda bir şey yok, ama aksi bir zamana rastladı” der Zekeriye Sertel. O kadar rahattır ki “Bize; ‘Bir daha böyle edepsizlik etmeyin’ diye suratlarımıza tükürecekler, ondan sonra da tekrar İstanbul’a gönderecekler” diye düşünür…
İstiklal Mahkemesi’nin kapısında öğrenirler idamla yargılanacaklarını. Bir süre sonra da idam kararını dinlemek için dar sayılabilecek küçük bir mahkeme salonuna girerler. Mahkeme başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de, Kılıç Ali Bey’in önerisiyle kalebentlikle Bodrum’a sürülürler. Cevat Şakir kararı duyunca “Az kalsın kendimi tutamayacak adamların boynuna sarılıp öpecektim” der Mavi Sürgün kitabında.
Daha sonra Zekeriya Sertel’in sürgün yeri Sinop olarak değiştirilir. Zekeriya Sertel birkaç gün içinde Sinop’a varır ama Cevat Şakir’in Bodrum yolculuğu talihsizliklerle dolu üç buçuk ay sürer. İstiklal Mahkemesi’nde yargılama sürecini ve talihsizliklerle dolu bu üç buçuk ay süren Bodrum yolculuğunu yıllar sonra Mavi Sürgün kitabında anlatır Cevat Şakir.
Cevat Şakir Kabaağaçlı’dan Halikarnas Balıkçısı’na…
Adını duymuş olsa da Bodrum’u hiç bilmez Cevat Şakir, nasıl bir yerdir bu Bodrum? Adı karanlığı, bir yapının alt katını çağrıştırsa da Bodrum’a geldiğinde anlar cennet gibi bir yere geldiğini. Üstelik Muğla Valisi’nden aldığı bir izinle ilçe içinde serbestçe gezebilecek fakat denize açılamayacaktır. Zaten Bodrum Kalesi harap haldedir, kalebentlik cezasını kale içinde çekmesinin imkanı da yoktur.
30’larındaki Cevat Şakir Kabaağaçlı, Bodrum’da dostça karşılanır, kaymakam bir ev kiralamasında yardımcı olur. Bir kapısı denize, diğer kapısı sokağa açılan, deniz kıyısında, üst katta iki, alt katta iki odalı olmak üzere dört odalı bir evi kiralamak için kaymakamla birlikte hem evi görmek hem ev sahibiyle anlaşmak için giderler.
Nihayetinde evin önüne gelirler; “Ben evi görünce, hemen kiralayacağımı söyledim. Evin sahibi, yandaki ‘gazino’daymış, geldi. Kaymakam, onun kulağına bir şeyler söyledi. O da kaymakama bir şeyler söyledi. Kaymakam bana döndü, ciddi bir yüzle “Yirmi beş” diye başladı, ben sözün alt tarafını dinlemedim. Cebimde yirmi yedi mi, yirmi sekiz lira mı ne vardı. Hemen davranıp yirmi beş lira çıkardım verdim.
Kaymakam bana, ‘Acaba oynattı mı’ diyen bir bakışla baktı, aynı zamanda, “Cevat bey, kira yirmi beş kuruş” dedi. Bu sefer ben kaymakama oynattı mı diye baktım. Sahiden kira yirmi beş kuruşmuş. Deniz kenarında ev aylık yirmi beş kuruş olur mu yahu, hemen çıkarttım altı aylığını peşin ödedim.”
Cevat Şakir aylar sonra artık kendi evinde, kendi yatağında rahat bir uyku çekecektir. Yeni evine girdiğinde mutluluktan kapıya diz üstü kapaklanıp hıçkıra hıçkıra ağlar…
İki ay sonra da eşi Hamdiye Hanım ve oğlu Sina gelir Bodrum’a. Ertesi günlerde Bodrum’u keşfeder karış karış, balıkçılığı öğrenir yerli halktan. Yazı yazmayı, çeviri yapmayı da ihmal etmez. Öyle sevmiştir ki Bodrum’u, sürgün diye geldiği yer bir cennettir. Bodrum’un Antik Çağ’daki ismi ‘Halikarnassos’ isminden esinlenerek eserlerinde Halikarnas Balıkçısı ismini kullanır, artık o Cevat Şakir Kabaağaçlı değil, Halikarnas Balıkçısı’dır. Bodrum onu Halikarnas Balıkçısı yapar, o da Bodrum’u koruyup, daha da güzelleştirmek için elinden geleni.
Bir süre sonra Hamdiye Hanım’dan boşanır, çünkü gönlünü Girit göçmeni bir ailenin kızı olan Hatice’ye kaptırır. Çok geçmeden üçüncü eşi Hatice’yle evlenir. Bu evlilikten üç çocukları olur; İsmet, Aliye ve Suat. İsmet İstanbul’da, Aliye ve Suat ise Bodrum’da dünyaya gelir.
Hatice’ye olan aşkını Mavi Sürgün kitabında ‘Musa’ karakteriyle anlatır Cevat Şakir Kabaağaçlı. Anlayacağınız Mavi Sürgün kitabındaki ‘Musa’, Halikarnas Balıkçısı’nın ta kendisidir…
Asıl Sürgün Şimdi Başlar
Üç yıllık kalebentlik süresinin bir buçuk yılı geçtikten sonra İstiklal Mahkemesi geri kalan cezasının İstanbul’da geçirmesine karar verir. Asıl sürgün şimdi başlar Halikarnas Balıkçısı için! İstemeye istemeye İstanbul’a dönecektir. Ama karar vermiştir ölünceye kadar Bodrum’da yaşayacaktır.
Eşi Hatice Hanım ile birlikte İstanbul’a dönerler. İstanbul vardığında aklında bir tek Bodrum vardır, günleri hatta saatleri sayar evine yani Bodrum’a dönmek için. İstanbul’da yine yazı ve çeviriler yapar hayatını idame ettirmek için.
Biriktirdiği paraların çoğunu tarım ve balık kitaplarına harcar, Bodrum’a hazırlık niyetiyle. Balık avı takımları hazırlar, yenilikler yapar balık avı takımlarında. Bodrum’daki sünger avcılığı araç gereçlerini ilkel bulduğu için değişiklikler yapar. Hepsini de Bodrum’daki dostları için, Bodrum için yapar Halikarnas Balıkçısı. Söz vermiştir kendine “oraları zaten cennet; ama on kat daha cennet yapmazsam adam değilim” der içinden.
İstanbul’da Mısır Çarşısı’na gider, tohum satan dükkanlardan Bodrum için tohumlar alır dönmeye yakın. Büyükada’da Otel Ciyakomo diye bir otelin yanında bir palmiye ağacına çıkıp dallarından tohum toplar. Ama talihsizlik bu ya çıktığı ağaç sürgündeki Troçki’nin kaldığı otelin/evin hemen yanındaki ağaçtır, birkaç görevli hemen indirir Halikarnas Balıkçısı’nı. Hiç de inanmazlar tohum için çıktığını ağaca. Troçki’ye şifreli mesaj göndermek istediğini sanırlar, allahtan gittikleri karakolda tanırlar Halikarnas Balıkçısı’nı da iş tatlıya bağlanır.
Üç yıllık kalebentlik süresi dolar dolmaz soluğu karakolda alır. Mahkûmiyetine ait kâğıt bulunamaz, zaten Bodrum’dan İstanbul’a geldiğinde cezasının bittiğini de orada öğrenir. Yani bir buçuk yıl yok yere Bodrum’undan uzak kalmıştır Halikarnas Balıkçısı. “Hayatımın bir buçuk yılını kaybetmiştim” der öfkeyle.
‘Merhaba’ Halikarnas Balıkçısı
İlk fırsatta ailesiyle birlikte Bodrum’a döner, varır varmaz da ilk işi İstanbul’dan getirdiği tohumları toprağa gömmek olur. Sonrasında da biriktirdiği paralarla küçük bir sandal alır denize açılmak için. Çünkü bir buçuk yıl kalebentliği sırasında denize açılması yasaktı. Başlar Bodrum’un bütün koylarını tek tek keşfetmeye küçük sandalıyla.
Daha sonraları daha büyük, yedi metrelik bir tekne alır adını da ‘Yatağan’ koyar. ‘Yatağan’la birlikte gezmedik koy bırakmazlar, en yakın dostu olmuştur ‘Yatağan’ Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın. Cevat Şakir Kabaağaçlı artık sadece bir yazar değil, aynı zamanda bir çiftci, öğretmen, balıkçı ve rehberdir…
Çiftçi Halikarnas Balıkçısı
Eserlerinin büyük bir bölümünü de Bodrum’da kaleme alır. Ama Bodrum’u da hiç ihmal etmez; yurt dışından tarım kitapları getirtir. Özellikle güney bölgesi için İngilizce, Fransızca ve İtalyanca tarım kitapları. Bodrum’un iklimine uygun tohumlar getirtir. Bunlar pahalı olsa da ekmek parasından keserek biriktirir. Tarım işinin o kadar üstüne düşer ki bir süre sonra tamamıyla hakimdir toprağa, kusursuz bir çiftçi olmuştur.
O yıllar Bodrum ve Güney Anadolu kıyısında şimdiki kadar turunçgiller (limon, portakal, mandalina, greyfurt) yetiştirilmez. Halikarnas Balıkçısı bunu da görev eder kendine, çeşit çeşit turunçgil tohumu getirtir, asıl derdi de greyfurtu ülkeye sokmaktır, çünkü C vitamini bakımdan çok zengin bir meyvedir. Turunçgiller konusunda 300 sayfaya yakın el yazısı bir kitap yazar, kitap elden ele dolaşır, sonraları kaybolup gider bu kitap. Bodrumlular’a tek tek anlatır bu meyveleri nasıl yetiştireceklerini ve Güney Anadolu’dan turunçgil yetiştiriciliğiyle ilgili gelen tüm mektuplara da tek tek cevap verir.
Anadolu’nun Avukatı
Sadece Bodrum’un değil tüm Anadolu’nun tarihine de sahip çıkar. Zaten Yakın Çağ tarihi öğrenimi görmüştür Londra Oxford Üniversitesi’nde. Oxford Kütüphanesi’nde yakından tanıdığı Heraklitos, Anaksagoras, Thales, Sokrates, Homeros, Demoritos, Anaksimandros, Diyojen gibi Antik Çağ’ın bilim insanları ve filozofları onun hocaları olmuşlardır.
Orada keşfeder Anadolu Medeniyetler’inin asıl önemini. Ve şu tezi öne sürer “Yunan uygarlığı kesinlikle Anadolu uygarlığının takipçisidir, öncüsü değildir. Çünkü Yunan uygarlığı, Anadolu uygarlığı kadar eski değildir.” Bunu da Thales’in varlığına dayandırır.
Üzerinde yaşadığımız medeniyetleri ve o medeniyetlerin bize bıraktığı tarihi yapıların değerini anlamamız için elinden ne geliyorsa yapar. Kitaplarında bu medeniyetleri anlatır, anlatır ki nasıl bir hazinenin üzerinde yaşadığımız bilelim.
Halikarnas Balıkçısı tarihi yapıları da korumak içinde elinden gelini yapar. Halikarnas Mozolesi’nin en önemli parçalarının İngiltere’ye, Londra’da British Museum götürülmesine üzülür. İngiliz Kraliyet Ailesi’ne mektup yazar; “Londra’daki parçalar Bodrum’un mavisiyle bütünleşmektedir. Londra’da kalmamaları gerekmektedir. Onları bütünleştikleri maviyle buluşturmak gerekir.” der mektubunda.
Mektup müze müdürüne iletilir. Bir süre sonra da müze müdüründen Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’ya alay edercesine bir cevap gelir; “Önerinizi çok ciddiye aldık. Bilim insanlarına taşların yapısını incelettik ve gerçekten de maviyle bütünleştiği doğrudur. Bu yüzden eserlerin müzede sergilendiği salonu Bodrum mavisine boyattık. Yakın ilginize teşekkür ederiz.”
‘Merhaba’ İzmir
Cevat Şakir Kabaağaçlı yaklaşık 25 yıl yaşar Bodrum’da. Ayrılık vakti istemeden dayanır kapısına. Çocuklar büyümüştür ve o yıllarda yeterli okul yoktur Bodrum’da. Mecburen maaile İzmir’e yerleşirler. Dönem İkinci Dünya Savaşı’nın zorlu yıllarıdır, maddi sıkıntılar da zor durumda bırakır aileyi.
İçi kan ağlaya ağlaya Bodrum’dan ayrılacaktır. Ceplerine tohumlar doldurup, dere tepe gezerek tohumları Bodrum’un dört bir yanına eker. Bu veda ekişleri haftalarca sürer. En yakın dostu ‘Yatağan’ı da satar, kendi elleriyle yaptığı evini de.
Bodrum’dan sonra İzmir’e alışmak zor gelir Halikarnas Balıkçısı’na. Gündüz Hikayeleri Dergisi, Tan, Cumhuriyet, Anadolu ve Demokrat İzmir gazetelerinde yazılar yazar. Aynı zamanda turist rehberliği ve rehberlik öğretmenliği yapar geçimini sağlamak için.
1945 yılı, savaşı sonrası yılları tüm ülkeyi zor durumda bırakır, gaz dahil bir çok şey karne ile satılır. İzmir de hemen hemen böyledir. Cevat Şakir Kabaağaçlı da gaz alamadığı bir günün akşamında girdiği bir meyhanede, “Devletin manevi şahsiyetine hakaret ettiği” gerekçesiyle üç-dört ay hapis cezasına mahkum edilir. Cezaevindeyken bile ailesinin geçimini sağlamak için çeviri yapmaya devam eder. Bernard Show’un Man and Superman isimli kitabını bölüm bölüm tercüme eder, tercüme ettiği kısımları kızı İsmet ile o dönem Milli Eğitim Bakanlığı’nda müdür olan Sabahattin Eyüboğlu’na postayla gönderir. Sabahattin Eyüboğlu da tercümeleri alır almaz aileye para gönderir.
O yıllar Halikarnas Balıkçısı’nın isimini duymayan kalmamıştır artık, çünkü Aganta Burina Burinata isimli romanı yayımlanmış ve herkesin beğenisini kazanmıştır. İlk mahkemede Darülfünun’dan bir grup öğrenci mahkeme kapısında “Aganta Burina Burinata!” nidalarıyla Halikarnas Balıkçısı’na destek olmuş, bu yargılamayı da protesto etmiştir. Sonunda altı gönüllü avukatın savunduğu Cevat Şakir Kabaağaçlı serbest bırakılır.
Son kitapları Deniz Gurbetçileri, Gençlik Denizlerde, Hey Koca Yurt’u İzmir’de yaşadığı dönemlerde yazar. Sanmayın ki Bodrum’u unutmuştur, fırsat buldukça Bodrum’una da kaçar. Denizci dostlarıyla sohbet eder, diktiği ağaçları ziyaret eder.
Hayata Son Bir Defa ‘Merhaba’
Oturduğu apartmanın ismini de ‘Merhaba’ koyar. Merhaba Apartmanı onun hayata son defa merhaba diyeceği yerdir. 13 Ekim 1973 yılında İzmir’in Hatay semtindeki Merhaba Apartmanı’nda kemik kanserinden hayata gözlerini yumar.
Bodrumlular 15’e yakın arabayla İzmir’e giderler, Halikarnas Balıkçı’sını almaya. Tüm Bodrum halkı yolunu gözler, Torba kavşağında büyük bir kalabalık Balıkçısı’nı karşılar. Cenaze el üstünde, Manevi oğlu Şadan Gökovalı’ya vasiyeti üzerine Bodrum Gümbet’te Türbe Tepesi’ne gömülür.
“Bodrum’a gömülmek istiyorum. Bittabi orayı çok severim. Mindos Kapısı tarafında bir yere gömsünler beni, yanımda Hatice’ye de bir yer ayırsınlar. Sakın mermer, beton filan istemem ha. Bir taş bulun, uzunca bir taş, yazısız. Onu dikin mezarımın başına. Falanca oğlu filancaymış da şu tarihte doğup, şu tarihte ölmüşüm. Katiyen yazı istemiyorum, basit bir taş. Eh benim tekne su almaya başladı. Şatafatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere gömülmem şart değil. Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem, denizi ruhumda yaşatıyor, gönül gözüyle her zaman görüyorum. Suat, sık sık ziyaret edebilmeleri için İzmir’e gömmek istediklerini söylüyor. İstemem yahu. Bodrum’u severim bilirsin. Beni ziyaret için çocuklar ara sıra da olsa gezmiş, hava almış olurlar. Zaten ben saygı duruşu isteyecek değilim ya. Balıkçıya bir merhaba yaraşır.”
Halikarnas Balıkçısı Eserleri
Öykü: Ege Kıyılarından, Merhaba Akdeniz, Ege’nin Dibi, Yaşasın Deniz, Gençlik Denizlerinde, Parmak Damgası, Dalgıçlar, Çiçeklerin Düğünü, Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek, Mavi Zamanlar
Roman: Aganta Burina Burinata, Ötelerin Çocukları, Uluç Reis, Turgut Reis, Deniz Gurbetçileri, Bulamaç
Otobiyografi: Mavi Sürgün
Deneme: Anadolu Efsaneleri, Anadolu Tanrıları, Anadolu’nun Sesi, Hey Koca Yurt, Merhaba Anadolu, Düşün Yazıları, Altıncı Kıta Akdeniz, Sonsuzluk Sessiz Büyür, Arşipel
Çocuk Kitapları: Yol Ver Deniz, Denizin Çağrısı, Yol Ver Deniz, Gülen Ada
Radyo Konuşmaları: İmbat Serinliği
Kaynak
- Mavi Sürgün — Halikarnas Balıkçısı – Bilgi Yayınevi
- Anadolu’nun Avukatı – Halikarnas Balıkçısı Belgeseli — Metafor Filimcilik
- Sabah Gazetesi ( 3 Eylül 1995 ) — Bir İnsan Bir Hayat — Nebil Özgentürk
- Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı — Azra Erhat — Can Yayınları
- Bodrum Deniz Müzesi
- Anılar Akın Akın — İsmet Kabaağaçlı Noonan — Bilgi Yayınevi
Yorum Ekle